Kadın dişi cinsiyetinde olan insandır.Türkçeye kadın kelimesi Soğdca'daki xwaten sözcüğünden önce katun olarak sonra ise ses değiştirerek kadın ve hatun olarak ikiye ayrılmıştır.
Biyolojik faktörler tek başına kişilerin kendilerini kadın olarak görmesini veya kadın olarak görülmelerini sağlayan belirleyiciler değildirler.
İnsanlık tarihinde kadınların yerinin araştırılması İngilizce kelime olan ve History kavramına analoji olarak Herstory diye kavramsallaştırılan araştırma alanı, tarihbilimin ve cinsiyet araştırmalarının bir alanıdır. Kadın tarihi araştırması feminist bir yaklaşımla olabilir; fakat zorunlu değildir.
Araştırma alanları, 1970’li yıllarda diğer kadın araştırma alanları gibi, güçlenen ikinci dalga kadın hareketlerinin bir sonucu olarak ilk defa ABD’de Women’s History adı altında ortaya çıkmıştır. Mary Ritter Beard gibi isimler öncü olarak görülmüştür. Tarihçiler kadınları, topluluk ama aynı zamanda geleneksel tarih yazımında hiç ön planda olmayan bireyler olarak saptamışlardır.
Kadın tarihi araştırmaları bir taraftan kadınların durumunu kültürel kalkınma sürecinde, farklı toplumlarda ya da cinsiyetlerin birbiri ile olan ilişkisi gibi belirli alanlarda kadının başarısını ele almaktadır. Konular ise; cadı olduğu sanılan kadınların takibi, tarihsel anaerkillik araştırmaları, (tıp, teknik, mimarlık gibi) bazı bilim alanlarındaki kadınların katkısının araştırılması, Ortaçağ’daki kadınlar, Yeniçağ öncesindeki Querelle des femmes ve kadın hareketlerinin tarihidir.
1980’li yıllardan itibaren kadın tarihinin durumu daha kapsamlı olarak cinsiyet tarihinin bir parçası olarak tartışılmıştır. Kadın tarihi, eleştirel erkek tarihinin ön koşulu olmuştur. Kadın tarihinin araştırma sonuçları diğer tarih araştırmalarının alanları gibi bu zamana kadar okullarda verilen tarih derslerinde sınırlı bir şekilde yer almıştır[
1- Tarihi Gelişim Sürecinde Kadının "Kimliksizlik" Sorunu:
Toplumların tarihlerinde kadın anlayışının niteliğini, kadının değerini, kadına biçilen rolleri, kısaca toplumdaki yerini günümüz toplumlarının geçmiş geleneklerinden örneklerle kısaca ortaya koymaya çalışalım.
Eski Hint geleneğinde kadın, erkeğin mutlak egemenliği altında yaşıyordu. Hint kadını erkeğine kayıtsız şartsız itaat ve sadakat göstermek zorundaydı. Beşerî işlemlerde kadının belirleme ve tercih hakkı yoktu. Kocası ölen kadın, çoğu yerde kocası ile birlikte yakılıyordu. Mirası, kocasının akrabaları olan erkeklere, akrabası olmadığı takdirde din adamlarına terk ediliyordu. Dul kalanlar ise, ölünceye kadar evlenemiyorlardı. Dönemin din anlayışına göre kadın, kötünün sembolüydü; gerektiği zaman tanrılar için kurban edilebilirdi.
Eski Çin ve Japon geleneğinde kadının değeri, kocasına ve kocasının akrabasına olan hizmeti ile ölçülüyordu. Erkek, ailede mutlak hakimdi. Kadın, ıslah edilmesi gereken bir varlık olarak değerlendiriliyordu. "Madem karını sabahleyin dövdün, öğleyin de niçin dövmeyeceksin ki?!" şeklindeki Çin atasözü, bu dönemdeki anlayışı çarpıcı biçimde yansıtması bakımından burada zikredilmeye değerdir.
Eski Yunan ve Roma geleneğinde kadın, alınıp satılan veya devredilen bir eşya hüviyetini taşıyan; kötülüğün kaynağı; yaratılışta eksik kalmış sıra dışı bir varlık olarak kabul ediliyordu. Ancak kadının asıl konumunu, cinselliği tayin ediyordu. Afrodit ya da Roma'daki adıyla Venüs, cinselliğin tanrısal bir boyuta ulaştığının açık bir göstergesidir. Psikanalizin kurucusu Freud'un düşünce merkezini teşkil eden "Libido-Haz Prensibi"ni Yunan mitolojisi ile desteklemesi bir rastlantı değildir.
Kadının ruhlu mu ruhsuz mu olduğu, şeytan olup olmadığı konusu ortaçağ filozoflarının tartıştığı konular arasında yer alıyordu.
Roma sarayları, cinsel fantezilerin ve aşırılıkların zirve noktasına ulaştığı mekanların başında geliyordu. Cinselliği belirli ölçülerde sınırlayan Hrıstiyanlık Roma'da yaygınlaşmaya başladığı sıralarda, Hrıstiyanlığa yeni girenler, "insanlık düşmanları" olarak takdim edilip işkenceler eşliğinde katlediliyorlardı.
Cahiliye müşrik geleneğinde kadın, diğer toplum örneklerinde görüldüğü gibi velayet ve miras hakkından mahrum bırakılmıştı. Kız çocukları toplumun yüzkarası sayıldığı için insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir tarzda çoğu zaman diri diri gömülmek suretiyle öldürülüyorlardı. Akrabalık, sadece erkeğin soyuna dayanıyordu. Hür ve soylu olmayan kadınlar cinsel meta olarak sömürülmekteydi.
Genel olarak özetlersek:
Dinden uzak kalmış ya da dinî değerleri tahribata uğramış eski toplumlarda -kaba bir tasnifle- kadın,
- Ya ölmüş kocasıyla birlikte gömülmek zorunda kalacak kadar erkeğe bağımlı kılınarak, kocasının hakimiyetine mahkum edilmiş;
- Ya bütün hayatı işgücü, cinsellik, üreme gibi birtakım dar kalıplar arasında sıkıştırılarak sınırlandırılmış;
- Ya da temel nitelikleri bastırılarak, toplumdan soyutlanmış, kimliksizleştirilmiş ya da varoluş mücadelesi dahilinde hak etmediği bir kimliği kabul etmek zorunda bırakılmıştır.
2- Modern Hayatta Kadının Kimlik Arayışı Sorunu:
Tüketicilik, sosyal statü, daha fazla refah gibi yeni bir takım eğilimlerle öne çıkan modern hayatta kadının başlıca sorunları, toplumsal roller, ekonomik bağımsızlık ve cinsellik noktasında yoğunlaşmaktadır.
- Rol Karmaşası: Toplumun kadın kavramına yüklediği geleneksel anlam çerçevesinde kadın, yaşadığı aile ortamında bir yandan eşinin bütün ihtiyaçlarına, istek ve arzularına cevap vermek suretiyle "iyi bir eş" olmak zorunda iken, diğer yandan da çocuklarının giyim-kuşam, beslenme ve eğitim ile ilgili üzerine düşeni yerine getirmek, çocuklarına âzamî sevgi, ilgi ve şefkat göstermek suretiyle "iyi bir anne" olmak durumundadır.
İyi bir eş ve iyi bir anne olmak zorunluluğu yanında modern kadın, bir taraftan evine çeki-düzen veren, temizliğini ve ihtiyaçlarını karşılayan "iyi bir ev hanımı" olmalıyken, diğer taraftan da eğer çalışıyorsa, işini aksatmadan özenle, gayret ve istekle yürüten "iyi bir üretici" olma sorumluluğunu taşımaktadır.
Bütün bunlardan arta kalan vakit diliminde ise –zaman kalıyorsa- kendi ihtiyaçlarına bakacak, kendisiyle ilgilenecektir.
Sonuç itibariyle çağdaş modem kadın, üstlenmiş olduğu ya da kendisine biçilen roller noktasında önemli sorunlarla karşı karşıyadır ve bu sorunlar çoğu kadında kimlik bunalımına yol açabilecek güçlü bir rol karmaşasını gündeme getirmektedir.
- Ekonomik Bağımsızlık Sorunu: Geçmiş toplumlarda çağın kadını hemen bütün diğer alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da erkeğe bağımlı bir hayat sürdürmek zorunda bırakılmıştı. Günümüz modern kadını, geçmiştekinin aksine parasal bağımlılıktan büyük ölçüde kurtulmuş olmasına karşılık yeni bir bağımlılık karmaşasına düşmüş durumdadır: Özellikle sanayi devriminden sonra modern kadın ekonomik bağımsızlık arzusunun etkisiyle paranın, lüksün, modanın, kısaca tüketiciliğin esareti altına girmiştir.
Sözü edilen yeni bağımlılığın iki sorumlusundan birisi, materyalist-kapitalist anlayışın şekillendirdiği toplum ve kültürdür. Ancak, diğer ve belki de asıl sorumlu, modern kadının bizzat kendisidir. Çünkü insan olarak modern kadın, tercihini hayatî ihtiyaçları doğrultusunda değil, daha çok geçici arzular doğrultusunda kullanmıştır. Tabiatıyla böyle bir tercih onu, kim olduğu, ne olmak istediği ve ne olması gerektiği konusunda kimlik çatışmasına sürüklemiştir.
Ekonomik bağımsızlık kazanan pek çok kadın, hem evde hem de işyerinde; daha genel bir ifadeyle yaşadığı sosyal çevrede, önceden karşılaşmadığı birçok problemle yüz yüze gelmektedir. Daha fazla özgürlük, daha fazla tüketebilmek ya da lüks yaşamak adına evinden koparılan kadın, materyalist anlayışın şekillendirdiği modernitenin acımasız çarkları arasında ezilmeye; asaletini, onurunu; anneliğini ve kendine has daha pek çok kişilik özelliklerini kaybetmeye mahkum edilmiştir. Bununla beraber, kadının içine düştüğü ve asla hak etmediği mevcut durumdan bizzat kendisinin de en az toplum kadar sorumlu olduğunu burada tekrar ifade etmek durumundayız.
Netice olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Günümüz kadını bağımsızlığını büyük ölçüde kazanmasına rağmen, daha fazla konfor, para, moda, şöhret vb. gibi modern bağımlılıklar geliştirmekten kendini kurtaramamıştır. Bu süreçte kitle-iletişim araçlarının; dolayısıyla reklamların çok önemli etkileri olmuştur.
Değişiklik ihtiyacı ve doyumsuzluk duygusu insanlarda -şiddeti kişiden kişiye değişse de- en güçlü eğilimler arasında yer alır. Bu tür eğilimler, çoğu zaman kitle-iletişim araçlarında bütün cazibesiyle sunulan eşyaların pazarlanmasında çeşitli yöntemlerle suiistimal edilirler. Reklamların muhtevası, büyük ölçüde özentiye ve tüketiciliğe dayanır. Örneğin, film ve dizilerde aktörlerin parayı nasıl kazandıkları değil, nasıl harcadıkları ve nasıl eğlendikleri üzerinde durulur. Bütün bunlar, ekonomik gücü çağrıştırır. Tabiatıyla böyle bir ekonomik statüye ulaşma arzusu, çoğu kadını evin dışında çalışmaya iter. Ancak, böyle bir tercih, çalışan kadın için birçok sorunu beraberinde getirir.
Çalışan kadınların karşılaştıkları problemlerle ilgili yapılan araştırmaların sonuçlarına burada kısaca değinmek yerinde olacaktır.
1) Evinin Dışında Çalışan Kadınların Karşılaştıkları Genel Sorunlar:
- Çalıştığı işin zorlayıcı şartları altında stres ve bunalıma düşmesi,
- Sorumlulukların üstesinden gelememe korku ve endişe nedeniyle ruhsal yapıda aşırı yüklemelerin oluşması,
- Psikolojik alanda ortaya çıkan psikojenik komplikasyonların etkisiyle bedensel yapıda güç ve direnç kaybı;
- Sosyal ilişkilerde gerileme ve kopma.
slamiyet’ten önce kadının hiç değeri yoktu. Araplar, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kâbe etrafında bile kadınlar çıplak dolaşırlardı. Müslümanlık gelince bu kötü âdetler son bulmuştur.
Bugün de dünyanın birçok yerinde kadınlar horlanmaktadır. Rusya’da da kadına zulmedildi. Zorla Kolhozlara sokuldu. Erkek gibi, en ağır işlerde, erkek şeflerin baskısı altında, insafsızca boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalıştırıldı. Fakat zulüm payidar olmadı. Bilinen akıbete uğradı.
Hür dünya dedikleri Hristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap ülkelerinde, (Hayat müşterektir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir.
Bir kadın yazar da diyor ki:
(Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşıyorum: İyi kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece durup o arabaların birer aksesuarı gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem, kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim.)
Kadınlar, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlardı.
Müslümanlıkta kadın sultandır. Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir. İslamiyet’te kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmayan kadına, devletin yardım sandığı bakar.
İslamiyet’te geçim yükü erkek ve kadın arasında paylaştırılmamıştır. Bir erkek, hanımını tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de razı olursa, kadın kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir.
Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, çok sevaptır. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne kadar, Müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır.
Her kadın, bir erkeğin ya kızıdır, ya kardeşidir, yahut hanımı veya annesidir. Kadınlara kötü şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu değer verilmelidir. (R. Nasıhin)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]
(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]
(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]
(En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]
Anaerkillik, toplumda kadının, özellikle "ana"nın etkin (baskın-başat) olma halidir. Matriarka veya maderşahilik olarak adlandırılan bir tür toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temelini kadının üstünlüğü fikri oluşturur; soy kadınlar tarafından belirlenir, hakimiyet kadınlarındır. Bu toplumlarda kadınlara erkeklerden daha çok saygı gösterilir. Bu kadın üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, ataerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur.
Anaerkillik kelimesi Türkçe kökenlidir. Türkçeye Fransızca'dan geçmiş olan ve batı dillerinde anaerkillik manasında kullanılan matriarka kelimesi ise Latince mater (anne) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Anaerkilliğe dayanan, ana erki temelli olan oluşumlara "anaerkil", "maderşahi" veya "matriarkal" denir.
Çoğu zaman anaerkillik ile karıştırılan çeşitli terimler vardır; jinekokrasi (kadınların yönetimi) ve matrilokalite (evlilikte kadın veya anne tarafına yerleşme) bu terimlerden bazılarıdır.
Modern dünyada anaerkilliğin hakim olduğu toplumlar bulunmamaktadır. Bazı tarihçilere göre ataerkillik (partiyarka) dünya toplumlarına egemen olmadan önce anaerkil toplumlara rastlamak mümkündü.
Farklı Kaynaklardan derleme yaparak size sunduğumuz bu güzel yazıyı umarız beğenmişsinizdir Kadın Düşüncesi Takipçileri. Bizi Sosyal Mecralardan Takip etmeyi unutmayın.
[caption id="attachment_1026" align="aligncenter" width="625"]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder